10 Ekim 2010 Pazar

Kürt Açılımı

DOĞUM SANCISI (KÜRT AÇILIMI)
Tarih incelendiğinde görülecektir ki; toplumlar ve dünya, büyük ve karşı konulamaz bir döngü ve değişim dinamiğine sahiptir. Bu değişim ya da dönüşüm çağın gerektirdiği fikir, sermaye ve ihtiyaçların özelliklerine göre kendisine bir yön bulur. Bu dönüşüm önünde bulunan tüm toplumları bir kasırga gibi etkisine alır. Bu değişime direnmek için ellerinizi açıp karşısında siper almakla bunu durduramazsınız. Bu şekilde ancak kasırganın etkisini en şiddetli şekilde karşılamış olursunuz. Ben 1970 yılında doğdum. Yani 39 yaşındayım. Ancak bu yaşıma rağmen dünyadaki değişimleri şöyle bir yüzeysel olarak sıralasam bile bunun ne kadar doğru olduğunu görmekteyim. İran-Irak savaşının sonuçları (bunun Amerika ile Rusya’nın bir güç savaşı olduğunu biliyoruz). Kıbrıs sorunu. Berlin Duvarı’nın yıkılışı(Almanya’nın tekrar birleşmesi). Rusya’nın dağılması ve devamında kurulan devletler, dünyanın 2 kutuptan neredeyse tek kutba dönüşmesi. Ardından başka kutupların oluşması (Avrupa’nın bütünleşmesi, Çin gerçeği, Japonya, Hindistan, İsrail ve İran’ın bu kutuplara alternatif olmaya çalışmaları). Küreselleşme sonucunda savaşların artık şekil değiştirdiği, artan kitlesel terör olayları sonucunda İslam dininin tüm dünyada algılanışının değişmesi. Ekonomik kriz, teknoloji, bilim ve genetikteki ilerlemeler… Bütün bu gelişmeler yaşanırken içeride de çok şeyler değişti. Avrupa Birliğine girmeye çalışan Türkiye bu uğurda (bana göre mecburen) 89 yıldır konuşulmayanları konuşmaya başladı. Birçok tabunun yıkılmasına tanıklık ettik. Örneğin, askerlik kurumu tartışılmaya başlandı, artan şeriat ve irtica ile laiklik abluka altında, AKP hükümetinin ABD’nin ve diğer emperyal devletlerin desteği ile Türkiye’deki yükselişini ve yeşil sermayenin yardımı ile devletin tüm kademelerinde kadrolaşmasına şahitlik ettik. Yargı artık eskisi kadar rahat değil, yürütme organları aynı kıskaç altında. Yok sayılan Alevilerin ve diğer inanç gruplarının haklarının tartışılması. Ermeniler ile yakınlaşma ve Türkiye’nin geçmişini gözden geçirmeye zorlanması. Elbette ki en büyük azınlık olan Kürtlerin haklarının teslimi yönünde bugünlerde “açılım” adı altında konuşulanlar.
Sevgili canlar, tarihi incelediğimizde bize bazı ipuçları vermektedir. Bundan 35 yıl öncesinden başladığım anlatımımı siz alıp 100 yıl öncesine götürün ve dünyadaki siyasi haritaları inceleyin. Değişikliğin akıl almaz boyutta olduğuna şahit olacaksınız. Daha geriye gittiğinizde ise bugünle uzaktan yakından ilgisi olmayacağını görmek aşikârdır. Öyleyse bundan 100 yıl sonra dünya haritasını kim kestirebilir ki? Haritalar nasıl olursa olsun Dünya dönüyor ve yaşam devam ediyor. Bir dönem Amerikalılar, bir dönem Türkler, bir dönem Romalılar v.s. sonuçta toplumlar zaman zaman tek başına zaman zaman bir başka toplumla beraber kaderlerini birleştirebiliyor. Bu birleşime ya da ayrılığa taraflar hep büyük savaşlar sonucunda bir masa etrafına oturup karar verirler. Yani kan dökülmeden, bedel ödenmeden kimse size bağımsızlığınızı vermez. Tarih yine bize derki; eğer bir toplum bağımsızlığını istiyorsa bunun önüne tüm Dünya bir araya gelse engel olamaz! Tarih bu tip kahramanlık öyküleri ile doludur. Sonuçta kahramanları da beraberinde yaratır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında şekillenen siyasi coğrafyada Türkler ve Kürtler bundan 100 yıl önce ortak bir kaderi paylaştılar. Sonuçta birlikte verdikleri mücadeleden ortaya çıkan haritada aynı çizgiler içerisinde olmaya karar verdiler. O zamanlar konuşulan ve taraflar olarak birbirlerine verilen sözlerin büyük bir kısmından haberimiz var. Ancak aradan geçen yıllarda hükümetlerin Kürtleri neredeyse yok saydılar. İnkâr edecek derecede ilgisiz davrandılar. Yanlış politikalar yüzünden, Kürtlerin yaşadıkları bölgelere yatırım yapmadılar. İnsanların kişisel gelişimlerine ve sosyoekonomik düzeylerine katkı sağlamayarak yalnızlaştırma ve pasifize etme çabalarından dolayı 80’li yılların başından itibaren Kürtlerin seslerini yükseltmelerine ve haklarını hatırlatmalarına neden oldular. Elbette bunda emperyal devletlerin de birtakım çıkarlar uğruna (ki bu konuları daha sonra kendimce açıklamaya çalışacağım) desteklemeleri sonucunda Türkiye bir ayrım noktasına doğru sürüklenmiştir. İçinde bulunduğumuz bu dönemde Türkiye çok önemli bir virajdan dönmektedir. Bu noktada çok hassas dengelerden oluşmuş bir terazi var. Bugün yaşanan tüm tartışmalar ve açılım adı altında bize sunulanlar aslında bir zorunluluktan başka bir şey değildir. Sanmayalım ki Türkiye yıllardan sonra yok saydığı bu sorunları birdenbire kabul edip “hadi şu Kürtlerin hakkını teslim edelim” demektedir. Bunu söylemek bunca dökülen kana, verilen bedellere ve mücadeleye saygısızlıktan başka anlam taşımaz. Bugün bu noktaya gelinmiş ise bunun için mücadele veren herkesin hakkını teslim etme zamanıdır. Şimdi burada bir parantez açmak istiyorum. Onca dökülen kan sahiplerinin acılarını paylaştığımı belirtmek istiyorum. Çünkü eğer bugüne kadar TC hükümetleri gerekenleri yapmış olsaydı, 100 yıl önce aynı cephede birlikte ölenler bugün birbirlerine kurşun atmazlardı. Bunun vebali ve sorumluluğu bu politikaları yürütenlerindir. Bu noktadan sonra Kürtlere sunulacak olanları altın tepsi içindeymiş gibi kabullenmek olmamalı. Tam tersi bu hakların eksiksiz biçimde teslim edilmesi konusunda tutarlı olunmalıdır. Umuyorum ki, Kürt Halkı tarihte hak ettiği konumuna kavuşacaktır.
Gelin içinde bulunduğumuz bu panaromaya daha geniş açıdan bakalım. Bundan sonraki süreç nasıl gelişecektir? Bu süreçlerde ne gibi gelişmeler olacaktır? Gerek Türkler ve gerekse Kürtler bu gelişmelerden nasıl etkilenecektir? Türkiye’nin Emperyal devletlerle, yakın komşuları ve organik bağlarla bağlı olduğu devletlerle olan ilişkileri nasıl şekillenecektir? Bence asıl sorun buradadır!
TC artık bir takım kararlar vermek durumundadır. Öyle ki; bu noktadan sonra Kürtlere verilecek olan hakların nasıl şekilleneceği ve bunları Kürtlerin nasıl kabulleneceğidir? Güneydoğu halkı artık meselelere farklı bakmaktadır. Eskisinden daha duyarlı ve ne istediğini bilmektedir. Kendi yöneticilerini tayin etmek istiyor ve kendi sorunlarını çözmek istiyor. Diyarbakır için “güneydoğunun başkenti “ yakıştırması artık kabul görmüş durumda. Başbakanın Diyarbakır’a giremeyişi, DPT’nin PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmediği sürece görüşmeyeceğini söyleyip aradan 1 yıl geçmeden görüşmek zorunda olması. Bütün bunlar artık iplerin, TC hükümetlerinin elinde olmadığını bize göstermektedir. İşte burada ifade etmek istediğim şey aslında tam olarak budur. Yani Türkiye şu anda bir “doğum sancısı” çekmektedir! Bu doğumda asıl gizemli olan şey, doğacak olan çocuğun adı nedir?
Biz bu doğumdan sonra oluşacak olan tablo için tüm dünyanın kendince beklentileri olacağını kestirebilmeli ve emperyal devletlerinin oyunlarına alet olmamalıyız!
Burada oluşması muhtemel şu 2 tablo için yorum yapmak istiyorum.
I. Türkiye’nin tüm etnik azınlık ve inanç gruplarının sorunlarını çözmüş ve barış içerisinde federal devlet yapıya dönmesi.
II. Kürtlerin bağımsızlığını kabul etmesi ve Kürdistan’ın kurulmasına doğru yol açacak gelişmelere izin vermesi.
Doğrusunu isterseniz ben Türkiye’nin ikinci maddeye şu aşamada izin vereceğini sanmıyorum. Zaten Kürtlerin de bu yapılanmaya hazır olmadığı kanaatindeyim. Ancak birinci madde bence her iki halk için en uygun çözüm yolu olmasına karşılık, emperyal devletlerin böyle bir çözüme sıcak bakıyormuş gibi göründükleri halde asla buna izin vermeyeceklerdir. Çünkü böyle bir yapı; tüm sorunlarını çözmüş güçlü ve barış dolu bir Türkiye anlamına gelir ki bu kontrolü ve hükmetmesi imkânsız bir Türkiye demektir. Hangi emperyal devlet buna izin verecektir? Hiçbirisi! Daha ayrıntılı nedenlerimi bir sonraki yazımda yazmak istiyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Necati Çamyurdu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder