10 Ekim 2010 Pazar

Öğrendim ki !

Öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, Yıkmak bir dakika.
Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil Kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil o durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle Her işin iki yüzü var.
Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
Öğrendim ki... Karşılık vermek düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun..
Öğrendim ki... 'Bittim' dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var. Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen Tepkilerin hayatını kontrol eder. Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlarmış.
Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor...
Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz bazıları hiç karşılık vermiyor. Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı.
Öğrendim ki... En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.
Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki... İki insan aynı şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
Öğrendim ki... Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Öğrendim ki... Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
Öğrendim ki... Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirir. Öğrendim ki... Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.
Öğrendim ki... Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Öğrendim ki... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır. Öğrendim ki... Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Öğrendim ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.
Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Öğrendim ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Öğrendim ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Öğrendim ki... Şartlar ve olaylar, Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Öğrendim ki... İki kişi münakaşa ediyorsa, Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Öğrendim ki... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

Kürt Açılımı

DOĞUM SANCISI (KÜRT AÇILIMI)
Tarih incelendiğinde görülecektir ki; toplumlar ve dünya, büyük ve karşı konulamaz bir döngü ve değişim dinamiğine sahiptir. Bu değişim ya da dönüşüm çağın gerektirdiği fikir, sermaye ve ihtiyaçların özelliklerine göre kendisine bir yön bulur. Bu dönüşüm önünde bulunan tüm toplumları bir kasırga gibi etkisine alır. Bu değişime direnmek için ellerinizi açıp karşısında siper almakla bunu durduramazsınız. Bu şekilde ancak kasırganın etkisini en şiddetli şekilde karşılamış olursunuz. Ben 1970 yılında doğdum. Yani 39 yaşındayım. Ancak bu yaşıma rağmen dünyadaki değişimleri şöyle bir yüzeysel olarak sıralasam bile bunun ne kadar doğru olduğunu görmekteyim. İran-Irak savaşının sonuçları (bunun Amerika ile Rusya’nın bir güç savaşı olduğunu biliyoruz). Kıbrıs sorunu. Berlin Duvarı’nın yıkılışı(Almanya’nın tekrar birleşmesi). Rusya’nın dağılması ve devamında kurulan devletler, dünyanın 2 kutuptan neredeyse tek kutba dönüşmesi. Ardından başka kutupların oluşması (Avrupa’nın bütünleşmesi, Çin gerçeği, Japonya, Hindistan, İsrail ve İran’ın bu kutuplara alternatif olmaya çalışmaları). Küreselleşme sonucunda savaşların artık şekil değiştirdiği, artan kitlesel terör olayları sonucunda İslam dininin tüm dünyada algılanışının değişmesi. Ekonomik kriz, teknoloji, bilim ve genetikteki ilerlemeler… Bütün bu gelişmeler yaşanırken içeride de çok şeyler değişti. Avrupa Birliğine girmeye çalışan Türkiye bu uğurda (bana göre mecburen) 89 yıldır konuşulmayanları konuşmaya başladı. Birçok tabunun yıkılmasına tanıklık ettik. Örneğin, askerlik kurumu tartışılmaya başlandı, artan şeriat ve irtica ile laiklik abluka altında, AKP hükümetinin ABD’nin ve diğer emperyal devletlerin desteği ile Türkiye’deki yükselişini ve yeşil sermayenin yardımı ile devletin tüm kademelerinde kadrolaşmasına şahitlik ettik. Yargı artık eskisi kadar rahat değil, yürütme organları aynı kıskaç altında. Yok sayılan Alevilerin ve diğer inanç gruplarının haklarının tartışılması. Ermeniler ile yakınlaşma ve Türkiye’nin geçmişini gözden geçirmeye zorlanması. Elbette ki en büyük azınlık olan Kürtlerin haklarının teslimi yönünde bugünlerde “açılım” adı altında konuşulanlar.
Sevgili canlar, tarihi incelediğimizde bize bazı ipuçları vermektedir. Bundan 35 yıl öncesinden başladığım anlatımımı siz alıp 100 yıl öncesine götürün ve dünyadaki siyasi haritaları inceleyin. Değişikliğin akıl almaz boyutta olduğuna şahit olacaksınız. Daha geriye gittiğinizde ise bugünle uzaktan yakından ilgisi olmayacağını görmek aşikârdır. Öyleyse bundan 100 yıl sonra dünya haritasını kim kestirebilir ki? Haritalar nasıl olursa olsun Dünya dönüyor ve yaşam devam ediyor. Bir dönem Amerikalılar, bir dönem Türkler, bir dönem Romalılar v.s. sonuçta toplumlar zaman zaman tek başına zaman zaman bir başka toplumla beraber kaderlerini birleştirebiliyor. Bu birleşime ya da ayrılığa taraflar hep büyük savaşlar sonucunda bir masa etrafına oturup karar verirler. Yani kan dökülmeden, bedel ödenmeden kimse size bağımsızlığınızı vermez. Tarih yine bize derki; eğer bir toplum bağımsızlığını istiyorsa bunun önüne tüm Dünya bir araya gelse engel olamaz! Tarih bu tip kahramanlık öyküleri ile doludur. Sonuçta kahramanları da beraberinde yaratır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında şekillenen siyasi coğrafyada Türkler ve Kürtler bundan 100 yıl önce ortak bir kaderi paylaştılar. Sonuçta birlikte verdikleri mücadeleden ortaya çıkan haritada aynı çizgiler içerisinde olmaya karar verdiler. O zamanlar konuşulan ve taraflar olarak birbirlerine verilen sözlerin büyük bir kısmından haberimiz var. Ancak aradan geçen yıllarda hükümetlerin Kürtleri neredeyse yok saydılar. İnkâr edecek derecede ilgisiz davrandılar. Yanlış politikalar yüzünden, Kürtlerin yaşadıkları bölgelere yatırım yapmadılar. İnsanların kişisel gelişimlerine ve sosyoekonomik düzeylerine katkı sağlamayarak yalnızlaştırma ve pasifize etme çabalarından dolayı 80’li yılların başından itibaren Kürtlerin seslerini yükseltmelerine ve haklarını hatırlatmalarına neden oldular. Elbette bunda emperyal devletlerin de birtakım çıkarlar uğruna (ki bu konuları daha sonra kendimce açıklamaya çalışacağım) desteklemeleri sonucunda Türkiye bir ayrım noktasına doğru sürüklenmiştir. İçinde bulunduğumuz bu dönemde Türkiye çok önemli bir virajdan dönmektedir. Bu noktada çok hassas dengelerden oluşmuş bir terazi var. Bugün yaşanan tüm tartışmalar ve açılım adı altında bize sunulanlar aslında bir zorunluluktan başka bir şey değildir. Sanmayalım ki Türkiye yıllardan sonra yok saydığı bu sorunları birdenbire kabul edip “hadi şu Kürtlerin hakkını teslim edelim” demektedir. Bunu söylemek bunca dökülen kana, verilen bedellere ve mücadeleye saygısızlıktan başka anlam taşımaz. Bugün bu noktaya gelinmiş ise bunun için mücadele veren herkesin hakkını teslim etme zamanıdır. Şimdi burada bir parantez açmak istiyorum. Onca dökülen kan sahiplerinin acılarını paylaştığımı belirtmek istiyorum. Çünkü eğer bugüne kadar TC hükümetleri gerekenleri yapmış olsaydı, 100 yıl önce aynı cephede birlikte ölenler bugün birbirlerine kurşun atmazlardı. Bunun vebali ve sorumluluğu bu politikaları yürütenlerindir. Bu noktadan sonra Kürtlere sunulacak olanları altın tepsi içindeymiş gibi kabullenmek olmamalı. Tam tersi bu hakların eksiksiz biçimde teslim edilmesi konusunda tutarlı olunmalıdır. Umuyorum ki, Kürt Halkı tarihte hak ettiği konumuna kavuşacaktır.
Gelin içinde bulunduğumuz bu panaromaya daha geniş açıdan bakalım. Bundan sonraki süreç nasıl gelişecektir? Bu süreçlerde ne gibi gelişmeler olacaktır? Gerek Türkler ve gerekse Kürtler bu gelişmelerden nasıl etkilenecektir? Türkiye’nin Emperyal devletlerle, yakın komşuları ve organik bağlarla bağlı olduğu devletlerle olan ilişkileri nasıl şekillenecektir? Bence asıl sorun buradadır!
TC artık bir takım kararlar vermek durumundadır. Öyle ki; bu noktadan sonra Kürtlere verilecek olan hakların nasıl şekilleneceği ve bunları Kürtlerin nasıl kabulleneceğidir? Güneydoğu halkı artık meselelere farklı bakmaktadır. Eskisinden daha duyarlı ve ne istediğini bilmektedir. Kendi yöneticilerini tayin etmek istiyor ve kendi sorunlarını çözmek istiyor. Diyarbakır için “güneydoğunun başkenti “ yakıştırması artık kabul görmüş durumda. Başbakanın Diyarbakır’a giremeyişi, DPT’nin PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmediği sürece görüşmeyeceğini söyleyip aradan 1 yıl geçmeden görüşmek zorunda olması. Bütün bunlar artık iplerin, TC hükümetlerinin elinde olmadığını bize göstermektedir. İşte burada ifade etmek istediğim şey aslında tam olarak budur. Yani Türkiye şu anda bir “doğum sancısı” çekmektedir! Bu doğumda asıl gizemli olan şey, doğacak olan çocuğun adı nedir?
Biz bu doğumdan sonra oluşacak olan tablo için tüm dünyanın kendince beklentileri olacağını kestirebilmeli ve emperyal devletlerinin oyunlarına alet olmamalıyız!
Burada oluşması muhtemel şu 2 tablo için yorum yapmak istiyorum.
I. Türkiye’nin tüm etnik azınlık ve inanç gruplarının sorunlarını çözmüş ve barış içerisinde federal devlet yapıya dönmesi.
II. Kürtlerin bağımsızlığını kabul etmesi ve Kürdistan’ın kurulmasına doğru yol açacak gelişmelere izin vermesi.
Doğrusunu isterseniz ben Türkiye’nin ikinci maddeye şu aşamada izin vereceğini sanmıyorum. Zaten Kürtlerin de bu yapılanmaya hazır olmadığı kanaatindeyim. Ancak birinci madde bence her iki halk için en uygun çözüm yolu olmasına karşılık, emperyal devletlerin böyle bir çözüme sıcak bakıyormuş gibi göründükleri halde asla buna izin vermeyeceklerdir. Çünkü böyle bir yapı; tüm sorunlarını çözmüş güçlü ve barış dolu bir Türkiye anlamına gelir ki bu kontrolü ve hükmetmesi imkânsız bir Türkiye demektir. Hangi emperyal devlet buna izin verecektir? Hiçbirisi! Daha ayrıntılı nedenlerimi bir sonraki yazımda yazmak istiyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Necati Çamyurdu
BÜYÜK BULUŞMA
Kardelen Dergisi’nde bu ikinci yazı aracılığı ile sizlerle tekrar buluşmak bana çok heyecan vermektedir. Çünkü aradan geçen sürede hayatın akıp gittiğine ve değişimin devam ettiğine tanık oluyoruz. Diyalektik düşüncenin babası sayılan Herakleitos’nin dediği gibi “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”.
Sevgili okurlar, bu yazımda sizlere geçen süre içerisinde gelişmekte olan bazı olayları ve bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu geçen süre içerisinde elbetteki hayat devam etti. Ancak bazılarımız içinse hayat sona erdi. Aramızdan bazı arkadaşlarımızı ebediyete uğurladık. Onlara Allah’tan rahmet dilerken, yakınlarına da başsağlığı ve Allah’tan sabır diliyorum. Doğduğumuza inanıyorsak öleceğimize de inanmalıyız. İki kapılı bir dünyada yaşıyoruz. Sonuçta hepimiz toprak olacağız. Öyleyse sağlığımızda da birbirimizin kıymetini bilmek dileğiyle, hepinize selamlar..
Biliyorsunuz bölgemizde Alevilerin tek sesi ve dayanaği olan derneğimiz “LABKB Lugano Alevi Bektaşi Kültür Birliği” uzunca bir süredir faaliyetlerine ara vermek zorunda kalmıştır. Ancak birtakım olaylar olduğunda derneğimizin kıymeti aklımıza geliyor. Hemen duygularımız kabarıyor ve biraraya gelip geleceğe dair planlar yapıyoruz. Yine öyle oldu. Yine canımız yandı ve acil ihtiyaçtan dernek söylemleri başladi. Ancak icraata gelindiğinde kimsenin kıpırdayacak bir gücü, mecali yok. Söylemler eylemlere dönüşmüyor. Bununla birlikte son 2 yıl içerisinde birkaç toplantı düzenlendi. Bu toplantılarda çok konular konuşuldu. Ancak elde yine somut birşey yok. İşte bu yüzden biz de düsündük ki; bu konuda acaba genç jenerasyon(nesil) ne düsünüyor? Acaba onların fikirleri nedir? Alevilik hakkında bir düşünceleri ya da istekleri var mıdır? Eğer varsa bunları hangi platformda harekete geçirebiliriz? İste bu sorular ışığında birincisi 28 Mart’ta, ikinsisi 11 Nisan’da iki toplantı gerçekleştirdik. İnşallah 2 Mayıs’ta üçüncü toplantımızı da gerçekleştirmiş olacağiz. Bu toplantılarımızda çok faydalı sohbetler ve ileriye dönük beklentiler dile getirildi. Gençler kendilerini özgürce ifade etme fırsatı yakaladı. Biz de bu vesile ile hem onları dinledik, hem de bir anket düzenleyerek onların Alevilik hakkındaki düşüncelerinin nabzını tutmaya çalıştık. Gördük ki gençler de değişmişler. Büyümüş ve meseleler üzerinde kafa yorar olmuşlar. Bu arada onlarda birbirlerini dinleme şansını bulmuş oldular. İki toplantı sonunda yaklaşık 50 kadar gençle birebir sorbet etme şansımız oldu. Bunların 45’ine anket sorularımız yönelttik. Artık, aşağı yukarı bu bölgede yaşayan gençlerimizin düşüncelerini biliyoruz. Bu sayıyı 70-80 civarına çıkartacağımıza inanıyorum. Şuan itibarı ile hepsiyle iletişim kuramadik. Umuyorum 2 Mayıs’ta bu sayıyı yakalayıp, daha sonra gençler ve büyüklerin beraber yapacakları bir toplantı düzenleyerek aradıgımız ortamı “BÜYÜK BULUŞMA” da yakalayacağız.
Ben, Aleviliğe gönülden bağlı tüm canların bu buluşmayı sabırsızlıkla beklediğini biliyorum. Hepimizin kafasında birtakım sorular var. Bu soruların kaynağı geçmişte yaşanmış olan tecrübelerimizin bizde bıraktığı umutsuzluk ve hayal kırıklıkları olduğunu biliyorum. Ancak sizden ricam bu gençlerin toplantilarini takip etmeniz ve onlara hertürlü desteği vermenizdir. İnanin sonuçta burada kazanan tüm toplumumuz olacaktır. Esasen ben bu destegi verecek olan büyük bir çoğunluk olduğunu biliyorum. Ancak halen kafasında soru işaretleri olanların da olduğunu biliyorum. Dolayısı ile bu çağrıyı tüm canlara yapıyorum. Sizlerin desteği olmadan bu gençlerin bir araya gelmesi yaşadığımız bu devirde ve topraklarda oldukça zor olacaktır. Hepinize katkılarınızdan ve sağduyunuzdan dolayı saygı ve sevgilerimi iletiyor ve aşağıdaki tabloları görüş ve takdirlerinize sunuyorum.
Bu toplantılarda biz gençlere bir anket aracılığı ile sorduk;
1. Alevilik nedir?
2. Dernek olsun ister misin?
3. Dernek olursa üye olur musun?
4. Nasıl bir dernek olmalı?
5. Derneğin kuruculari kimler olmalı?
Bu sorulardan aldığımız cevapları siz değerli Ticino’lulara açıklamak isterim. Açıklamak isterim ki sizin çocuklarınızın bu sorulara verdiği cevaplar ışığında “burada nasıl birliktelik sağlanabilir?” sorusuna sizlerde kendiniz cevap bulabilesiniz. Ayrıca ankete yerleştirmediğimiz halde gençlerin beklentileri ve talepleri de oldu. Örneğin, birçok genç arkadaşımız alevilik hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını. Bundan dolayı bazı ortamlarda kendilerini ifade edemediklerini söyleyerek eğitimin önemine vurgu yapmıştır. bunları dikkate aldığımızda, hepimize bir takım sorumluluklar düşmektedir.
Gençler “Alevilik nedir?” sorusuna böyle cevap vermişlerdir. %37,3 ‘u bir inanç(din) dir, %37,3 ‘u bir yaşam biçimidir ve %22,7 ‘si de Alevilik bir felsefedir demiştir. Bu tablo esasında Aleviliğin algınlanış biçimini en iyi şekilde ortaya koyan bir tablodur. Ayrıca bu ankete katılanlarin %46,7 si de ‘hepsi’ seçeneğini işaretlemişlerdir. Yani Aleviliğin esasında tam olarak inanç boyutunu, felsefi boyutunu ve sosyal yaşam boyutunun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini gösteren bir tablo olarak önümüzde boy göstermektedir. Dolayısı ile bireysel beklentilerimizin değil toplumsal beklentilerimiz karşılanması için çabalamamız gerekmektedir.

İkinci sorumuzda ise biz gençlere “dernek olsun ister misin?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap şöyle olmuştur. % 75,6’si evet olmalı, %20’si ise olabilir demiştir. Bu cevaplar tartışma götürmeksizin açık olduğu ortadadır ki; gençlerimiz de bir dernek ihtiyacı hissetmektedir.

Üçüncü sorumuz “üye olur musun?” idi. İşte sonuc: %80’i evet denilmiştir. Bu sorunun cevabında ise gençlerin bu derneğe olumlu katkılarını maddi ve manevi olarak hissettireceklerini göstermektedir. Elbetteki buradaki üyeliğin içinin doldurulması gerekmektedir. Gençler üye olmak istiyorlar çünkü, alınacak kararlarda ve dernek faaliyetlerinde aktif roller beklemektedirler. Bir başka deyişle; “artık büyüklerin bizlere güvenmelerini istiyoruz” diyorlar.

Dördüncü sorumuz olan “nasıl bir dernek olmalı?” sorusuna aldığımız cevap; %54,2 geniş çerçeveli, %33,3’u ise Alevilik on planda olmalı şeklinde gerçekleşmiştir.

Son sorumuzda ise “derneğin kurucuları kim olmalı?” sorusuna %73 oranında gençler ve büyükler birlikte olmalı cevabını vermişlerdir. Buradan gençlerin büyükleri ile beraber yürüme arzularını açıkça görebiliyoruz. Bu da onlarin anne-babalarının başarıları ile övündüklerini ve birlikte birşeyler yapma arzularını ifade etmektedir ki, bu hepimiz için bir gurur kaynaği olmalıdır. Ancak gençler özellikle derneğin yönetiminde kendilerinin aktif rol oynamasını istiyorlar. Yani biz bu işi başarabiliriz. Büyüklerimiz bize inanmalı ve desteklerini esirgememeli demektedirler.

Şimdi bu tablolara baktığımızda aslında gençlerin bu dernek konusunda ne kadar istekli olduklarını görebiliyoruz. Hatta kendileri ile yaptığımız toplantılarda ne kadar bilinçli ve sağlıklı düşündüklerini de gözlemleme fırsatını yakalamış olduk. Sevgili Ticino’lular bu tablolardaki değerleri isteyen arkadaşlara toplantılarımıza iştirak ettiğiniz taktirde bizzat her anketi anketörlerin isteği dahilinde görebilirsiniz? Hepinize saygılarmı sunuyorum.

Necati ÇAMYURDU

13 Mart 2010 Cumartesi

abdal ne demektir?

ABDAL: (Allah'ın kulu) anlamındadır. Bektaşilikte en yüce makamlardan birisidir. Dört kapı öğretisinde, kapılar Tanrı yolunda yürüyen bir insanın yükselmesi derinleşmesi için geç mek zorunda olduğu manevi aşamalardır. En son aşamada kişi insanı kâmil olur. Tasavvuf inancına göre bunların sayısı 300 veya 360'dır. Onlarda kendi aralarında dinsel ve hiyerarşi bulunur. Bunların tümüne, kendi durum ve koşullarını değiştirme, güçlerine gönderme yapan bedel sözcüğünden türeterek Abdal denilir. Bu sayı müminlerin en saflarından, temizlerinden seçilerek tamamlanır.

28 Temmuz 2009 Salı

Alevilik

Alevilik, Dini İslam, Kitabı Kuran, Allah'a kul, Hz.Muhammet’e bağlı, Hz. Ali'ye talip, Ehli-i Beyt yolunu süren, Hacı Bektaşi-ı Veli'nin "eline, beline, diline sahip" olmayı ilke edinen, iyi düşünce, iyi söz ve iyi davranışta kendini bulan, tanrı korkusu yerine sevgisini benimseyen, zâhiri bâtınla, bâtini zâhirle birleştiren, şeriat kapısını aşıp, marifet yoluyla hakikat dünyasını ulaşan, Kuran’ın şekline değil, özüne inen, akıl ve gönül ile ruhsal olgunlaşma yoludur.

Alevi İslam anlayışı; İslamiyet’in Kuran'a dayalı, Hz. Muhammed'in buyruklarına göre, İslamı evrensel boyutları ile yorumlayıp yeryüzü insanlığına yeni kapılar açan bir büyük düşünce akımı olan Tasavvuf felsefesiyle hayat bulan, bir insan bütünlüğüdür, özünü insan sevgisin-de bulan Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine inanır.

Alevi İslam anlayışı, Hoca Ahmet Yesevi, Ebul Vefa, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Anadolu Erenleri, Kuran’ı en iyi yorumlayan filozof velilerin görüşlerinden ilham alarak hayat alanı bulmuştur. Anadolu'yu İslamlaştıran bir yorumdur.

Alevilik, İslam dinin özüdür; manasıdır. Alevilik İslam içinde insanidir, aklidir, ahlakidir. Hz. Ali inancının, Kuran ayetlerinin yorumudur. Alevilik bir iç dünya olayıdır, his ederek yaşamaktır, insan olan her şeyi özünde duymaktır.

Alevilik, Hz. Muhammed-Ehlibeyt taraftarı, Hz-Ali ve onun soyundan gelenlere büyük bir saygı ve muhabbetle bağlılıktır. Alevilik, Ehlibeyt’in yoludur. Alevi-Bektaşi kendisini her anlamda yetiştirmiş, Kâmil insan demektir. Alevilik, dış yüzünden halka ve iç yüzün den Hakka bakan bir inançtır. Alevilik görünüş itibari ile Cafer-i Sadık mezhebidir. İmam Cafer-i Sadık içtihatlarına göre hareket eder ve onun yolunu sürer.

Alevilik, İslam dinini de Kuran yorumu ile kabul eder. Kuran’ın gerçek manasına vakıftır ve tüm mevcudatın Hakkın kendi öz varlığından ibaret olduğuna inanır ve bilir. Kuran’ı Kerim’in yorumudur ve İslam’dır. Alevilik İslam içerisinde doğmuştur. Toplumsal, kültürel, yapısal ve inançsal kimlik oluşmasında etkili olan inançsal temeller yaratmıştır. Bu nedenlerden dolayı İslam’ın içindedir.

Alevilik, Alevi: (Ali – Evi) Hz.Ali’nin soyundan galipte onun tasavvufi yolunu izleyenler ile, O’nun soyundan gelen (Seyyid, şerif Hacegan) kollarından olan herhangi bir mürşide ikrar verip bağlananlardır. Al-i Beyt(Yüce ev)

Temelde Hz.Ali’nin soyuna mahsus olan bu isme sonradan ikrar verip bağlananlarda katılmıştır.(Bk.H.Kaya Alevilik tanıtım ve ilkeleri Manisa 1994)

“Alevi” Hz. Ali ailesinin adıdır. Hz. Ali’ye bağlı olan, O’nu seven Hz. Ali’nin yolundan giden, Hz. Ali’nin taraflarına Alevi denilir. Ali’yi sevenlerdir. Aleviliğin tanımlanmasını 941-942 yılında Ebu Dulaf yapmıştır. Alevilerin Ali sevgisi, taraftarı içinde Ehl-i Beyt sevgisiyle Ali’yi ve ev halkıyla sevenler taraftarı olanlar, izinde gidenlere Alevi denir.

Aleviler, Ehl-i Beyti sevenlerdir. Tevella taraftarları da denilir. Sevmeyenlere de

Teberra denilir. Alevilik, Hz Muhammed’in son dönemlerindeki gelişmelere içersinde gelişmeye başlar. Tasavvufa eğilimli sufi çevreler ve Hz. Ali etrafında toplanırlar.

İşte Alevi İslam İnancı; erdemliği,yüceliği,insancılığı,barışı sağlayan ve insanlığın özlem duyduğu, paylaşımcılığı sağlayacak birinci yol olduğu, gerek inanç bakımından,gerekse ahlak esasları açısından dünyanın en insancıl ,en özgün,en ahlâklı,en görkemli inanç ve kültür bütünlüğüdür.

Alevi ; kelime olarak Ali’ye ait veya Ali’ye bağlı olma anlamına gelir. Alevilik, her ne kadar Hz. Ali’ye ve yakınlarına taraftar anlamında ise de asılında sadece Hz. Ali’ye yakın olmak anlamında anlaşılmamalıdır. Alevilik, Kur’an ve Alevi İslam’ı Hz. Ali’nin anlayıp anlattığı gibi anlamaktır. Alevilik, İslam inancını, özünde beslediği amaçlar doğrultusunda anlamaya çalışan, insanda yücelmeyi, şekil şartlarından daha çok içsellikle arayan, İslam’ın bir tasavvufi yorumudur.

Buna göre Alevilerin İslam içindeki yeri şöyledir:

Dini İslam, kitabı Kur’an , Allah’a kul, Hz. Muhammed’e ümmet, Hz. Ali gibi Ehl-i Beyt’in yolunu süren, yani Kur’anı ve İslam’ı Hz. Ali gibi anlayan ve oniki imamlar gibi inancı sürdürenlerdir.

Alevilik,Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan, Hz. Ali’nin adaletinden ayrılmayan temelinde insan sevgisi bulunan her dine, mezhebe, inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk, farkı gözetmeyen, eline, diline, beline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, laik, demokrat, eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, şeriatın bağnaz kurallarına bağlı olmayan, ve onu reddeden, İslam dinini kendine göre ve Sünni inancın dışında yorumlayan, aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri, merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde tanrıyı gören, yaradan ile yaratılan ikiliğinden Varlık Birliğine Varan, edep ve ahlaklığı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda, hem ilahiliğin hem de irfan iliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den neslin imametini teberra ve tebella ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi ile yürüten bir inanç sistemidir.

"Namazımız kılınmış" deyimi ne demek ister?

Namazımız kılınmış sözününne anlama geldiğini anlamak için; ilk önce namazın ne olduğuna bakmalıyız. Aleviler olarak biz namazdan ne anlıyoruz, diğer inanç grupları, ne anlıyor. Kuran’ın bir muhkem, bir de müteşabih ayetleri vardır. İşte Aleviler olarak biz Kuran’ın Bâtıni (içsel_görünmeyen) anlamıyla ilgilendiğimizden, olay müteşabih ayetlerin yorumundan kaynaklanmaktadır. Aleviler olarak zahirilikten, şekilcilikten çok Batınilikten, tasavvuf dan yana olmamızdan dolayı 1400 yıldır diğer inanç grupları bizi hep yanlış değerlendirerek, haksız davrandılar. Şimdi namaz nedir, bunun sözlük anlamı nedir ondan başlamak istiyorum. Namaz kelimesi de abdest kelimesi gibi farsçadır, Kuran’daki ayetlerin çoğunda geçen arapça karşılığı olan salattır. Her ikisinin de Türkçe karşılığı dua dır. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde iki anlamı vardır.

1-Müslümanların günde beş kez yapmaları dince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rüku, sücut, kuut denilen beden durumlarını kuralınca yineleyerek Tanrı’ya edilen kulluk 2-Salât: Peygamber’e ve Allah’a dua okumak bu sözlük anlamlarına göre Aleviler olarak hepimizin bildiği gibi bu anlamlardan salâtı yani dua’yı anlayarak onu yapıyoruz. Alevi inancından zaten Niyaz vardır, bu da dua dır, yakarmadır. Kuran’ın Nahl suresinin 123.ayetinde “Doğruya yönelen ve Allah’a eş koşanlardan olmayan İbrahim dinine uy diye sana vahiy eyledik.” Yine Şura suresi 13.ayetinde “Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri siz de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana vahyettik İbrahim’e, Musa’ya buyurdu ki dine bağlı kalın” İsra suresinin, 77.ayetinde “Ey Habibim! Önce gönderdiğimiz Peygamberlere de uyguladığımız yasa budur. Bu yolumuzda kesin değişme göremezsin (yol ve gelenek böyle idi)”

Bu ayetlerde belirtildiği gibi Kuran’ı Kerim de, namazın-salat’ın şekli ve adresi olarak daha önceki Peygamberlerin geleneklerini işaret ediyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi salatın ne anlama geldiğini ayrıca da bununla ilgili Kuran’da şu emir vardır. Kıyam, Rüku ve secde diye ama bunlarında yapılması için şekli, tarifi yoktur. Yani; şöyle veya böyle yapın diye bir tarif yoktur. Bu durumda bu gün yapılan biçimsel şekiller geleneğin uygulanmasıdır. Kuran’ın emirleri değildir. Ankebut suresi 45.ayetinde “Kura’n ve le Zikrullah Ekber: Yemin olsun Allah’ın zikri daha büyük, daha önemlidir. Bu karşılaştırma namazla yapılmaktadır. Buna göre tek bir anlamı vardır. Allah zikri (adının anılması) namazdan daha önemli, daha büyüktür. Ankebut Suresi ayet 45 deki ifade “Ekber” ism-i tafdil kipi kullanılmıştır. Bu kip karşılaştırma yapmak için kullanılmıştır ve ayet bu karşılaştırmayı, namazla Allah’ın zikri arasında yapmıştır. Bu şu demektir. Yine aynı ayette “Allah’ı zikretmek namazdan daha büyüktür” Enbiya suresi 10.ayetin de “Zikrin en ideali Kuran’ı Kerim’in içindedir.” bu ayette denildiği gibi Kuran okumak her hal ve şartta en büyük ibadettir.

Ozan Yunus’un dediği gibi “Bana namaz kılmaz diyen, ben kılarım namazımı, Kılarsam kılmazsam ol Hakk bilir niyazımı, Hakk’tan artık kimse bilmez kâfir Müslüman kimdir, Ben kılarım namazımı Hakk geçirdiyse nazımı.”

Bakın Allah’ın elçisi şöyle buyuruyor. “Namaz müminin miracıdır” O halde hangi salatın yani namazın müminin miracı olduğunu bilmeliyiz? Dünyadan el yumalı ve ahiretten el etek çekmeli, nefsini kurban etmeli, kalıcılığa (beka) ulaşabilmek için yokluk (fena) denizinde boğulmalı. İşte böyle bir namaz. Ancak mü’münin miracı olabilir. Yine Hz.Ali efendimiz şöyle buyuruyor. “İman edip sevgi duyanlar, bütün hayatları boyunca, Yüce Allah’a içtenlikle tapmalı; sözlerinde, işlerinde, davranışlarında, oturuşlarında, duruşlarında, yemelerinde, içmelerinde, hatta uyurken ve uyanıkken O’na ibadet etmeli, her durumda O’nunla bir olmalılar demektir. İbadet, namaz, niyaz işte böyle olmalı, her an, her durumda Allah’ı anarak olmalı ki her şey yerli yerine otursun. Yine Hadis-i Kutsi’de “Kullarımdan en çok öfkelendiğim kişi bana Cehennem korkusuyla ve Cennet arzusu ile ibadet edenidir.” Hadis-i Kutsi’de söylendiği gibi, bu bir tüccar düşüncesiyle ve ateş de yanma korkusuyla yapılan pazarlık şeklinde bir ibadettir. İbadetimizi hiçbir zaman tüccar düşüncesi veya ateş de yanma korkusu içinde değil, hür insanın düşüncesi olan kendi irademizle, hiçbir karşılık beklemeden sevgiyle, aşkla yapmamız gerekir. Kamil İnsan’ın gerçekte yaptığı ibadet budur.

Hz.Peygamber(s.a.v.) buyurur ki; “Allah’a itaati olmayanın namazı da olmaz. İç ve dış kötülüklerden arınmış kişi ise namazı yerine getirmiş olur.” Hz. Mevlana’da “Başı yerde, kıçı havada duruyor, güya Tanrı’ya ibadetler ediyorum sanıyor.”

Kuran, ibadetlerine riya, şirk koşanlara yaptırımlar uygularken, ibadet yapmayanlara, bu günkü anlamda namaz kılmayanlara en küçük bir yaptırım uygulanmasından söz etmemiştir. İnsanlar ibadetlerini, salâtlarını, niyazlarını özlerini, yüreklerini, gönüllerini gözlemleyerek yapmaları yerinde olur. Yüreklerini, nefislerini saflaştırarak yapmaları onları Allah’a fazla yakınlaştırır. Hallac-ı Mansur’un söylediği şu söz çok önemlidir. “Gerçek secde edenlerin yöneldiği yer, bilgelik ve sevgi olmalıdır. Hâlbuki Sünni inanca iç gözlemle Tanrısal iradeyle iletişim kurması genel Müslüman inanca göre mümkün değildir. Geleneksel Sünni Müslüman anlayışta vecd içinde ibadet edilmesi sıradan bir Müslüman için yeterlidir. Oysa Hallac’a göre insanların, öze inmeleri gerekir. Hallac-ı Mansur’da şu durum ortaya çıkmaktadır. Sünniler zahiriliğe önem verdikleri, şekilde oldukları, batiniliğe ibadet olarak önem vermedikleri ortaya çıkmaktadır. Alevilerle ibadet konusunda en önemli ayrılıklardan biri de budur. Yine Hallac’a göre yürek gözünü açabilen kişi Allah’la dil ve ruh iletişimine girebilir. İletişim o aşamaya gelebilir ki artık insan Allah’la özdeşleşir. Onun hareketi Allah’ın hareketi demektir.Yukarıda Hallac’ın dediği gibi gönül gözünü açarak Allah’la dil ve ruh iletişimi kuran kimse İnsan-ı Kamil olandır. Alevi-Bektaşilikte 4. kapı olan Hakikat kapısı içinde olan kimsedir. Vahdet-i Vücud olan kimsedir. Bu duruma gelmiş kişinin ne fiilleri-hareketleri, ne de sözleri kendinin değildir hepsi Allah’ın fiilleri ve hareketleri, söylediği sözleri hepsi Allah’ın sözleri, kelamıdır, sadece o insanda hareket bulur, onun ağzından söz olarak çıkar yani tecelli eder.

Hallac-a göre dinde biçim- ritüel kişiyi hakikate götüren yoldur. Dinin esas amacı hakikati, doğru, adil, ahlaklı olanı keşfetmektir. Riya, ahlaksızlık, namussuzluk yapan insan istediği kadar biçime uysun, o günahkardır. Ahlaklı kişi dürüst ve namuslu davranan mümin biçime uymasa dahi Allah’ın gözünde makbul biri olabilir. Aslında dinin temel ilkeleri “Ahlaktır,adaptır-edeptir.” Biçim-şekil kişiyi ahlaka götüren yoldan ibarettir. Ne yazık ki bu anlayış zamanla yozlaştırılmıştır ve şekil-biçim ön plana getirilmiş ve çıkarılmıştır. Hatta denilebilir ki Sünni düşünürlerin büyük bir çoğunluğu insanları ağırlıklı olarak ibadet (Namaz kılmaları, çünkü onlar ibadet denilince onu anlamaktadırlar) yapmalarını, özü düşünmemelerini çünkü kavramalarının mümkün olamayacağını söyleyerek onları tevekküle (kaderin razı olmaya) itmişlerdir. Halbuki ibadet Allah’la bütünleşmek için yapılmaktadır. Allah’la bütünleşme onun sıfatlarını özümseme demektir. Başka bir anlatımla Allah’ın sıfatları akıl, doğruluk, hakikat, ahlak gibi kavramlara kişi ulaşabildiğinde O’na yaklaşmak mümkündür. İşte Hakikat kapısı içinde olanlar O’na, Yaratan’a yaklaşmış ve Onunla bütünleşmişlerdir. Aslında bir şey üretmekte ibadetin başka bir biçimi, şeklidir. Başka bir şekilde niyazdır, Allah’ı anmak zikretmektir. Bizim anladığımız kadarıyla bir insan; Alevilikte ki 3.kapı olan Marifet ile 4.kapı olan Hakikat kapısının içinde ise o kişi abdestini de almıştır, namazını, niyazını da kılmıştır. Çünkü o insan zahiri olarak devamlı bedenini suyla temizleyerek temiz olduğu gibi, batini olarak da gönlünü, nefsini kinden, kibirden, adavetten, şehvetten, gıybetten, govdan, riyadan, buğzdan, tamahdan, kıskançlıktan, yalandan daha doğrusu bütün kötülüklerden arındırarak, temizleyerek, saflaştırmıştır. Daima alçak gönüllü, mütevaziliği elden bırakmamış yani insanlara Turab’ olmuş gerçekte gönlü devamlı Hakk’ın istediği gibi abdestli olmuş ve olan, her zaman her şekilde Allah’ı zikreden, anan, niyazda bulunan üreten kişi devamlı namazda, niyazda, salattadır. Çünkü o insan bütün bunları aşarak İnsan-ı Kamil olmuş ve Vahdet-i Vücud halindedir. Hakk ile Hakk olmuştur. İşte bu kapılarda yani Marifet ve Hakikat kapısı içinde olanların abdesti alınmış, namazı kılınmıştır. Yoksa hangi inançta olursa olsun bunlar ancak bir söylem de kalır. Her insan kendinden sorumludur, kimse, kimseden hiçbir şekilde sorumlu değildir. Ancak Alevilikteki musahiplik kurumunda bu konuda ayrıcalık vardır. Sözün kısası ancak Hakikat kapısı içinde olan insanlar ki bunlar Ermişlik, Evliyalık mertebesine ulaşmış İnsan-ı Kamillerdir. Onların abdesti de alınmış namazları, niyazları da kılınmıştır. Çünkü Erenler ve Evliyalar devamlı abdestlidir, bizim anladığımız şekilde ve namazda, niyazda ve salât (Dua halinde) halindedirler.

"Abdestimiz alınmış" deyimi ne demek ister?

ABDESTİMİZ ALINMIŞ

ne anlama gelmektedir?

Değerli arkadaşlar; bu söz alevilikte çok sık kullanılan bir deyimdir. Bazen shbetlerimizde bu deyimi duymuş olduğunuzu tahmin etmekteyim. İlk anda insanda biraz abartılı ve inandırıcı olmayan bir his uyandırmaktadır. Ancak biraz detaylara girince ne demek isteğinini daha iyi anlayacağınızı umut ediyorum.

Öncelikle abdestin sözlük anlamınar bakarak ne anlam ifade ettiğine bakmalıyız. Abdest kelimesi farsça kökenlidir. İki ayrı kelimeden meydana gelmektedir. Bunlar sırasıyla;

AB, sözlük anlamı olarak su demektir. DEST’in ise, sözlükte iki ayrı anlamı var.

1-El anlamında,

2-Bir topluluğun en saygın yeri anlamlarını taşımaktadır.

Abdestin birleşik haldeki sözlük anlamı ise iki anlam taşımaktadır.

1-Namaz kılmaya başlamadan önce vücudun belli yerlerini din kurallarına göre yıkama.

2-El yıkama suyu.

Abdestin sözlük anlamlarından sonra abdest almayla insanların ibadetlerine başlamadan önce bedenlerinin dışını temizlemeleri gerektiği anlatılmak isteniyor. Bize göre bunun iki anlamı vardır.

1- Zahiri (görünen-dışsal)

2- Batini (görünmeyen-İçsel) anlamlarıdır.

Bütün inançlarda abdestin bu iki anlamı da bilinmesine rağmen bazı inanç gruplarında çoğunlukla abdestin zahiri (dışsal/görünen) kısmı daha öne çıkarılmıştır. Ancak Alevilikte abdestin zahiri (görünen/ dışsal) yönü ile birlikte Batini (içsel/görünmeyen) kısmı da çok önemlidir. Esas abdestin anlamı orada gizlidir ve o yüzden de önemi bir kat daha artmaktadır. Tabii ki sadece ibadete başlamadan önce bedenin temizlenmesi değil her zaman temiz olması da önemlidir.

Hz.Peygamber (s.a.v.) “Temizlik imandan gelir” sözüyle de imanın en önemli kısmının temizlik den geçtiğini işaret etmiştir. Ama hangi temizliği işaret etmektedir. Bize göre beden temizliği olduğu kadar en önemlisi iç beden, gönül, ruh temizliğini işaret etmektedir. Alevileri işte dış bedensel temizliklerine önem (ibadete-ceme başlamadan önce) verdikleri gibi en önemlisi olan, ruh temizliğine, abdestine daha çok önem verirler. Bunu da inançları gereği ibadetlerinin dışında da yerine getirmeye gayret ederler. Beden temizliği sadece belli inanç grubundaki insanlara ait değil, aksine bütün inanç gruplarındaki insanlar tarafından da bedensel temizliğe önem verilir.

İbadete başlamadan önce bedenin dışı temizlenerek, ibadet esnasında ibadette bulunan diğer insanların iğrendirilmemesi, hoş olmayan kokularla, insanların akıllarının ibadetten alıkonulmaması gerekir. Bunun içinde ibadete gidilirken bedenin dışı suyla yıkanarak abdest alınıp güzel, temiz giysilerimizi de giyerek ibadet etmek üzere hazırlanmış olmalıyız. Kuran’ın Araf suresinin 31.ayetinde Tanrı “Ey Ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın” demiştir. Yine Alevilikte ki dört kapı, Kırk makamının, ilki olan Şeriat kapısının on makamından biri de “temiz giyinmektir.” demek ki ibadete gelen kişi buna uymak zorundadır.

Bu alınan abdest zahiridir, ama Hakk’a ulaşmak için ibadete hazırlanmanın ilk aşamasından olan zahiri olarak bedenin dış temizliğini sağlamak yeterli midir acaba? Hayır, zahirilikten, çok Batini yönüyle Ruhun abdestinin de alınması gerekir ki Hakk’a yakınlaşmanın yoluna girebilelim. Abdestin bir şeriat yönü, bir de Tarikat yönü vardır. Tarikat yani batini yönünden bahsedersek alınmış abdestimizin sözü biraz daha anlaşılacağını zannediyorum. Alevi inancında, Allah insanda tecelli etmiştir. Yani insanın özünde Tanrı vardır. İnsan Yaratanın en öz, en saf parçasıdır. Bu durumda insan dış yani zahiri bedenini şeriat’a göre temizlerse sadece dış bedenini temizlemiş olacaktır.

Vücut dediğimiz beden yok olucudur, ölümlüdür, hâlbuki Allah’ın parçası, özünden olan ve ölümsüz olan asıl kalıcı olan Ruh’tur. Bu durumda içsel yani batini olan Ruhun abdesti daha önemli değil midir? Düşünün bir kere ölümlü-yok olucu olan dış bedeni suyla temizliyoruz. Ama asıl öz olan, Allah’ın evi olan insanın Kâbe’si, secdegahı ve ölümsüz olan Ruhu kirli bırakırsak bu nasıl temizlik olur. Beyt-ül mamur dediğimiz gönül evinin temizliği, ölümsüz olan Ruh temizliği, abdestinden daha önemli değildir. Alevilikte ruh temizliği dış beden temizliği kadar hatta ondan çok daha önemlidir. Bir şeyin dışını temizleyip içini pis bırakmak o şeyin temiz olduğunu göstermez, ispatlamaz. İşte insanların asıl anlayıp, kavraması gereken budur. Eğer bunu anlayıp, kavrayamaz ve işin bu boyutunu yerine getiremezlerse, ne aldıkları abdestle ne de yaptıkları ibadetle Hakk’a ulaşamazlar. Aldıkları abdest ve yaptıkları ibadet zahiri olur ve şekilcilikte kalır. Bununla da yetinerek ömürleri boyunca ibadet yaptıklarını zannederler. İnsanlar yanlış yollardan giderek, her türlü haksızlıkları yaparak, ahlaksızlığa, zinaya, harama daha doğrusu bütün kötülükleri yapan bir insan, ne kadar dış beden temizliği yaparak, abdest alarak temizlenebilir? Tanrı’ya yakınlaşabilir mi? Bize göre hayır; bunları yapan bir kimse halkın ve Hakk’ın huzurunda temizlenmiş ve temiz sayılabilir mi? Sayılmaz, ibadeti de kabul olabilir mi? Yaratan bilir ama ne Hakk’ın ne de halkın huzurunda kabul görmez ve geçerli olamaz. Peki, Ruh, iç beden abdesti nasıl olacak, Tanrı’nın evi olan, gönül Kâbe’sini, binasını nasıl temizlemeliyiz sadece ibadette, sadece Allah’a yöneldiğimiz zaman mı yapmalıyız?

Her dinin amacı insanları kötülüklerden arındırıp, iyi ahlakla donatıp ahlaklı insan yapmaktır. Alevi inancında dört kapı, kırk makam vardır. Aleviler Kuran’ı zahiri olarak değil, batini kısmıyla ilgilenir. İnancında da zahirilikten çok batinilik vardır. Bilindiği gibi Kuran’ın bir muhkem, bir de müteşabih ayetleri vardır. İşte ayrılık bu müteşabih ayetlerin yorumlayarak, yaşamlarına uyarlamasında ortaya çıkar. Hepinizin bildiği gibi dört kapı Şeriat, Tarikat; Marifet ve Hakikat kapılarıdır. Bu kapılar Yunus suresinin 57. ayetinde belirtilmektedir. Mealen “Ey insanlar işte size rabbinizden bir öğüt (Şeriat), gönüller derdine bir şifa (Tarikat), inananlara bir kılavuz (Marifet) ve bir rahmet (Hakikat) geldi”. Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli de tarikattan bahseder. Nedir bu tarikat, tarikat İslam tasavvufunun pratik yönüdür, dört kapı, kırk makamdır.

İbadete giderken dış bedenin suyla temizlenerek abdest alınması şeriatta olmaktadır ve zahiridir. Batini olarak iç bedenin, Ruhun; özün abdesti ise; hem normal yaşamda, hem de inançsal yaşamda, ibadette alınması gereken şu olmalıdır. Önce insanı sevmeli, düşmanı dahi olsa insanı sevmeli, hatta bütün yaratılanı, yaratılmıştan ötürü sevmeli, iyi ahlaklı olmalı, nefsini, gönlünü her türlü kötülükten arındırmalıdır. Yani nefsinden, gönlünden kini, kibiri, haseti, adaveti, şehveti, gıybeti, riyayı, kıskançlıkları, buğzu, tamahı, yalanı daha doğrusu bütün kötülüklerden temizlemektir. Bütün bu tür kötülükleri, kalbimizden atarak saflaşarak temizlenmektir. Yani ruhsal bedenimizi arındırmaktır, alçakgönüllü, mütevazi olmak, Turab-toprak olmaktır.

Ruha aynı zamanda can denilir, ama canın içinde bir sır saklıdır ki ona da canan denir. Canan sadece sevgilinin makamı değil kendisidir de, o halde canana ulaşmak için canı, dolayısıyla da ruhu da temizlemek yani demin saydığımız kötülüklerden temizleyerek abdestini aldırmamız gerekir. Kuran’ın Şems suresinin 9-10. ayetlerinde nefis ile ilgili olarak yüce Yaratan şöyle diyor. “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen ise ziyan etmiştir.” Yine Yusuf suresinin 53.ayetinde “Nefsimi ak-pak gösteremem. Çünkü nefs, Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücüyle kötülüğü emreder.” İşte asıl önemli olan nefsin temizliği, abdesti; nefsin emrettiği kötülüklerden uzak kalmak, nefsin isteklerini, arzularını yerine getirmeyerek, nefsin kötülük olan emirlerini yerine getirmeyerek, nefsi kötülüklerden temizleyerek, nefsin abdestini aldırmaktır. Hz.Peygamber (s.a.v.) buyurur ki “Nefsini bilen Rabbini bilir” sözleri nefsimizi temizlememiz yönündeki en doğru yolu göstermektedir. Alevi inancıda Bâtıni olarak tarikatta alınan abdest ise bir Hak, Muhammed, Ali ve Ehli beyt ile on iki İmam yoluna girerken ibadete (ceme) başlamadan önce topluluk önünde bu yola girmek ve yolun kurallarına uymak için ikrar (söz) vermektir. Başka bir deyişle Ele, Dile, Bele sahip olmak, ahlaklı olmak Bed-nefsi (Şeytani nefsi) terbiye ederek doğru yola (Hak yoluna) hizmet etmektir. En önemli savaş da budur. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhut savaşından sonra; “Küçük savaşları kazandık, sıra büyük savaşlarda” diye buyurunca sorarlar.

-Ya Muhammed! Uhut cenginden büyük olan savaş da nedir?

-Nefsimizdir. İşte ona karşı vereceğiz der.

Yani Cihad-ı Ekber en büyük savaştır.


Diğer bir deyişle Edeb’li olmaktır. Tarikat yoluna girerken kişi yaptığı her şey için tövbe eder, bundan dolayı da Allah’a ikrar vermiş olur. Yaratanın yazılı Kelamı olan Kuran’ın Tahrim suresinin 8.ayetinde buyurduğu gibi “Ey insanlar yapmış olduğunuz suçlardan bir daha yapmamak kaydıyla tevbe ediniz” Bunun yani Allah’a verdiği ikrar abdestinin bozulması ise kişi gönlünden Allah’ı çıkarıp yerine hava ve heves girerse o abdest bozulmuştur, bunu da su ile temizlemek mümkün değildir. Tarikat abdesti bir de dört canın bir araya gelip de hem Allah’a hem de birbirlerine verdikleri, Musahiplik kavlindeki ikrardır. Tarikattaki temizlik, abdest iç temizliktir, nefsi temizliktir, öze önem vermektir. Şeriattaki abdest bozulursa suyla yeniden temizlenerek abdest alınır. Ama tarikattaki abdest bozulursa bunu suyla temizleyemeyiz.

Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli buyurur ki; “Eliniz ayağınız kirli idi yıkayıp temizlediniz. Yüreğinizdeki kini, kibiri, hasetliği, şehveti su ile nasıl temizleyeceksiniz.” Yine devamla; “Şu şişeyi görüyor musunuz? İnsan bir şişeye benzer; bu şişenin içi pislikle doluysa bunun ağzını kapatıpta çeşmenin altında yüzlerce kere yıkasanız da bu temiz olamaz, yapılacak iş nedir? Bunun kapağını açmak, pisliği dökmek, şişenin içini yıkadıktan sonra da dışını yıkamaktır.” der ve devamla “Ey ki sen! Daima tövbecisin, ne vakit bu tövbenden, tövbe edeceksin onu söyle” Her türlü ahlaksızlığa, harama açık olan bir insanın temizliğinden bahsedebilir miyiz? Önemli olan ruh ve ahlak temizliğidir. Gerçek abdest; yıkandım, temizlendim, doğruluğu nefsimde özümsedim, hırsı, kıskançlığı, yalanı, şerri, buğzu, şirkten, tamahtan arındım, kalbim sıhhati, bedenim rahatı buldu ve ruhum nura kavuştu diyebilmektir.

Bundan da anlaşıldığı gibi tarikat abdesti ruh ve gönül temizliğidir. Yine Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli buyurur ki: “Su hem arıdır, hem arıtıcıdır. Su arifler makamıdır.” Temiz su her hangi bir kaba girerse, o kap suya döner, pisliği dışarıda bırakır. Kendisini arıtamayanın, başkasını arıtamaz. Şeriatta elbise ve ten kirlenirse su temizler. Ariflerde su ile ten temizlenmez. Çünkü yıkayıcı arınmayınca, yıkadığı da arınmaz temizlenmez” İnsan gerek ki suya, su gerek ki abdeste, abdest gerek ki namaza, namaz gerek ki Allah’a yarasın. Öyleyse arif olanın içinde şeytani fiiller olmamalıdır. Adem pis olamaz, pis olanı da su temiz edemez. Asıl abdest, Alevilerin abdest esası budur.Yani Allah’a muhabbet, sevgi arttı mı, hüzünde artar. Gözyaşıyla içimiz yıkanır, temizlenir. Hüzün bizi Allah’a yaklaştırır. Nefsimizi, özümüzü bütün kötülüklerden temizleyerek, Yaratanın evi olan kalbimizi, gönlümüzü, temizleyerek onu orada mihman etmektir. İşte abdestimiz alınmıştır derken şeriatta aldığımız abdest değil, Allah’a verdiğimiz ikrardan, Hak, Muhammed, Ali ve Ehli beyit ile on iki imam yoluna girip, onun yani tarikatın hem inançsal hem de normal yaşantımız da kurallarını uygulayacağımız konusunda verdiğimiz ikrardır, işte aldığımız abdestimiz budur. Kişi kendinden sorumludur, kimse kimseden sorumlu değildir. Sadece musahipler hariç onlar birbirlerinden ve her şeyleri ile sorumludurlar. Kuran’daki ayette de buyrulduğu gibi “Herkes kendi günahından sorumludur. Kimse bir başkasının günahından sorumlu değildir” Buna göre de herkesin aldığı abdest kendisine aittir. Kimsenin abdestini kimse almaz. Yola girerken abdest kişiye mahsustur. Alevilikte musahiplik kurumu olduğundan, bunların aldıkları tarikat abdestinden dolayı musahipler birbirine bağlıdır. İşte geçmişte bu kurum çok sıkı bir şekilde uygulanıp denetlendiğinden, herkesin çoğunlukla musahip olmasından dolayı bizim abdestimiz alınmıştır denilmiş olabilir. Zamanımızda az da olsa musahiplik kurumu çalışmaktadır.