28 Temmuz 2009 Salı

"Namazımız kılınmış" deyimi ne demek ister?

Namazımız kılınmış sözününne anlama geldiğini anlamak için; ilk önce namazın ne olduğuna bakmalıyız. Aleviler olarak biz namazdan ne anlıyoruz, diğer inanç grupları, ne anlıyor. Kuran’ın bir muhkem, bir de müteşabih ayetleri vardır. İşte Aleviler olarak biz Kuran’ın Bâtıni (içsel_görünmeyen) anlamıyla ilgilendiğimizden, olay müteşabih ayetlerin yorumundan kaynaklanmaktadır. Aleviler olarak zahirilikten, şekilcilikten çok Batınilikten, tasavvuf dan yana olmamızdan dolayı 1400 yıldır diğer inanç grupları bizi hep yanlış değerlendirerek, haksız davrandılar. Şimdi namaz nedir, bunun sözlük anlamı nedir ondan başlamak istiyorum. Namaz kelimesi de abdest kelimesi gibi farsçadır, Kuran’daki ayetlerin çoğunda geçen arapça karşılığı olan salattır. Her ikisinin de Türkçe karşılığı dua dır. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde iki anlamı vardır.

1-Müslümanların günde beş kez yapmaları dince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rüku, sücut, kuut denilen beden durumlarını kuralınca yineleyerek Tanrı’ya edilen kulluk 2-Salât: Peygamber’e ve Allah’a dua okumak bu sözlük anlamlarına göre Aleviler olarak hepimizin bildiği gibi bu anlamlardan salâtı yani dua’yı anlayarak onu yapıyoruz. Alevi inancından zaten Niyaz vardır, bu da dua dır, yakarmadır. Kuran’ın Nahl suresinin 123.ayetinde “Doğruya yönelen ve Allah’a eş koşanlardan olmayan İbrahim dinine uy diye sana vahiy eyledik.” Yine Şura suresi 13.ayetinde “Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri siz de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana vahyettik İbrahim’e, Musa’ya buyurdu ki dine bağlı kalın” İsra suresinin, 77.ayetinde “Ey Habibim! Önce gönderdiğimiz Peygamberlere de uyguladığımız yasa budur. Bu yolumuzda kesin değişme göremezsin (yol ve gelenek böyle idi)”

Bu ayetlerde belirtildiği gibi Kuran’ı Kerim de, namazın-salat’ın şekli ve adresi olarak daha önceki Peygamberlerin geleneklerini işaret ediyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi salatın ne anlama geldiğini ayrıca da bununla ilgili Kuran’da şu emir vardır. Kıyam, Rüku ve secde diye ama bunlarında yapılması için şekli, tarifi yoktur. Yani; şöyle veya böyle yapın diye bir tarif yoktur. Bu durumda bu gün yapılan biçimsel şekiller geleneğin uygulanmasıdır. Kuran’ın emirleri değildir. Ankebut suresi 45.ayetinde “Kura’n ve le Zikrullah Ekber: Yemin olsun Allah’ın zikri daha büyük, daha önemlidir. Bu karşılaştırma namazla yapılmaktadır. Buna göre tek bir anlamı vardır. Allah zikri (adının anılması) namazdan daha önemli, daha büyüktür. Ankebut Suresi ayet 45 deki ifade “Ekber” ism-i tafdil kipi kullanılmıştır. Bu kip karşılaştırma yapmak için kullanılmıştır ve ayet bu karşılaştırmayı, namazla Allah’ın zikri arasında yapmıştır. Bu şu demektir. Yine aynı ayette “Allah’ı zikretmek namazdan daha büyüktür” Enbiya suresi 10.ayetin de “Zikrin en ideali Kuran’ı Kerim’in içindedir.” bu ayette denildiği gibi Kuran okumak her hal ve şartta en büyük ibadettir.

Ozan Yunus’un dediği gibi “Bana namaz kılmaz diyen, ben kılarım namazımı, Kılarsam kılmazsam ol Hakk bilir niyazımı, Hakk’tan artık kimse bilmez kâfir Müslüman kimdir, Ben kılarım namazımı Hakk geçirdiyse nazımı.”

Bakın Allah’ın elçisi şöyle buyuruyor. “Namaz müminin miracıdır” O halde hangi salatın yani namazın müminin miracı olduğunu bilmeliyiz? Dünyadan el yumalı ve ahiretten el etek çekmeli, nefsini kurban etmeli, kalıcılığa (beka) ulaşabilmek için yokluk (fena) denizinde boğulmalı. İşte böyle bir namaz. Ancak mü’münin miracı olabilir. Yine Hz.Ali efendimiz şöyle buyuruyor. “İman edip sevgi duyanlar, bütün hayatları boyunca, Yüce Allah’a içtenlikle tapmalı; sözlerinde, işlerinde, davranışlarında, oturuşlarında, duruşlarında, yemelerinde, içmelerinde, hatta uyurken ve uyanıkken O’na ibadet etmeli, her durumda O’nunla bir olmalılar demektir. İbadet, namaz, niyaz işte böyle olmalı, her an, her durumda Allah’ı anarak olmalı ki her şey yerli yerine otursun. Yine Hadis-i Kutsi’de “Kullarımdan en çok öfkelendiğim kişi bana Cehennem korkusuyla ve Cennet arzusu ile ibadet edenidir.” Hadis-i Kutsi’de söylendiği gibi, bu bir tüccar düşüncesiyle ve ateş de yanma korkusuyla yapılan pazarlık şeklinde bir ibadettir. İbadetimizi hiçbir zaman tüccar düşüncesi veya ateş de yanma korkusu içinde değil, hür insanın düşüncesi olan kendi irademizle, hiçbir karşılık beklemeden sevgiyle, aşkla yapmamız gerekir. Kamil İnsan’ın gerçekte yaptığı ibadet budur.

Hz.Peygamber(s.a.v.) buyurur ki; “Allah’a itaati olmayanın namazı da olmaz. İç ve dış kötülüklerden arınmış kişi ise namazı yerine getirmiş olur.” Hz. Mevlana’da “Başı yerde, kıçı havada duruyor, güya Tanrı’ya ibadetler ediyorum sanıyor.”

Kuran, ibadetlerine riya, şirk koşanlara yaptırımlar uygularken, ibadet yapmayanlara, bu günkü anlamda namaz kılmayanlara en küçük bir yaptırım uygulanmasından söz etmemiştir. İnsanlar ibadetlerini, salâtlarını, niyazlarını özlerini, yüreklerini, gönüllerini gözlemleyerek yapmaları yerinde olur. Yüreklerini, nefislerini saflaştırarak yapmaları onları Allah’a fazla yakınlaştırır. Hallac-ı Mansur’un söylediği şu söz çok önemlidir. “Gerçek secde edenlerin yöneldiği yer, bilgelik ve sevgi olmalıdır. Hâlbuki Sünni inanca iç gözlemle Tanrısal iradeyle iletişim kurması genel Müslüman inanca göre mümkün değildir. Geleneksel Sünni Müslüman anlayışta vecd içinde ibadet edilmesi sıradan bir Müslüman için yeterlidir. Oysa Hallac’a göre insanların, öze inmeleri gerekir. Hallac-ı Mansur’da şu durum ortaya çıkmaktadır. Sünniler zahiriliğe önem verdikleri, şekilde oldukları, batiniliğe ibadet olarak önem vermedikleri ortaya çıkmaktadır. Alevilerle ibadet konusunda en önemli ayrılıklardan biri de budur. Yine Hallac’a göre yürek gözünü açabilen kişi Allah’la dil ve ruh iletişimine girebilir. İletişim o aşamaya gelebilir ki artık insan Allah’la özdeşleşir. Onun hareketi Allah’ın hareketi demektir.Yukarıda Hallac’ın dediği gibi gönül gözünü açarak Allah’la dil ve ruh iletişimi kuran kimse İnsan-ı Kamil olandır. Alevi-Bektaşilikte 4. kapı olan Hakikat kapısı içinde olan kimsedir. Vahdet-i Vücud olan kimsedir. Bu duruma gelmiş kişinin ne fiilleri-hareketleri, ne de sözleri kendinin değildir hepsi Allah’ın fiilleri ve hareketleri, söylediği sözleri hepsi Allah’ın sözleri, kelamıdır, sadece o insanda hareket bulur, onun ağzından söz olarak çıkar yani tecelli eder.

Hallac-a göre dinde biçim- ritüel kişiyi hakikate götüren yoldur. Dinin esas amacı hakikati, doğru, adil, ahlaklı olanı keşfetmektir. Riya, ahlaksızlık, namussuzluk yapan insan istediği kadar biçime uysun, o günahkardır. Ahlaklı kişi dürüst ve namuslu davranan mümin biçime uymasa dahi Allah’ın gözünde makbul biri olabilir. Aslında dinin temel ilkeleri “Ahlaktır,adaptır-edeptir.” Biçim-şekil kişiyi ahlaka götüren yoldan ibarettir. Ne yazık ki bu anlayış zamanla yozlaştırılmıştır ve şekil-biçim ön plana getirilmiş ve çıkarılmıştır. Hatta denilebilir ki Sünni düşünürlerin büyük bir çoğunluğu insanları ağırlıklı olarak ibadet (Namaz kılmaları, çünkü onlar ibadet denilince onu anlamaktadırlar) yapmalarını, özü düşünmemelerini çünkü kavramalarının mümkün olamayacağını söyleyerek onları tevekküle (kaderin razı olmaya) itmişlerdir. Halbuki ibadet Allah’la bütünleşmek için yapılmaktadır. Allah’la bütünleşme onun sıfatlarını özümseme demektir. Başka bir anlatımla Allah’ın sıfatları akıl, doğruluk, hakikat, ahlak gibi kavramlara kişi ulaşabildiğinde O’na yaklaşmak mümkündür. İşte Hakikat kapısı içinde olanlar O’na, Yaratan’a yaklaşmış ve Onunla bütünleşmişlerdir. Aslında bir şey üretmekte ibadetin başka bir biçimi, şeklidir. Başka bir şekilde niyazdır, Allah’ı anmak zikretmektir. Bizim anladığımız kadarıyla bir insan; Alevilikte ki 3.kapı olan Marifet ile 4.kapı olan Hakikat kapısının içinde ise o kişi abdestini de almıştır, namazını, niyazını da kılmıştır. Çünkü o insan zahiri olarak devamlı bedenini suyla temizleyerek temiz olduğu gibi, batini olarak da gönlünü, nefsini kinden, kibirden, adavetten, şehvetten, gıybetten, govdan, riyadan, buğzdan, tamahdan, kıskançlıktan, yalandan daha doğrusu bütün kötülüklerden arındırarak, temizleyerek, saflaştırmıştır. Daima alçak gönüllü, mütevaziliği elden bırakmamış yani insanlara Turab’ olmuş gerçekte gönlü devamlı Hakk’ın istediği gibi abdestli olmuş ve olan, her zaman her şekilde Allah’ı zikreden, anan, niyazda bulunan üreten kişi devamlı namazda, niyazda, salattadır. Çünkü o insan bütün bunları aşarak İnsan-ı Kamil olmuş ve Vahdet-i Vücud halindedir. Hakk ile Hakk olmuştur. İşte bu kapılarda yani Marifet ve Hakikat kapısı içinde olanların abdesti alınmış, namazı kılınmıştır. Yoksa hangi inançta olursa olsun bunlar ancak bir söylem de kalır. Her insan kendinden sorumludur, kimse, kimseden hiçbir şekilde sorumlu değildir. Ancak Alevilikteki musahiplik kurumunda bu konuda ayrıcalık vardır. Sözün kısası ancak Hakikat kapısı içinde olan insanlar ki bunlar Ermişlik, Evliyalık mertebesine ulaşmış İnsan-ı Kamillerdir. Onların abdesti de alınmış namazları, niyazları da kılınmıştır. Çünkü Erenler ve Evliyalar devamlı abdestlidir, bizim anladığımız şekilde ve namazda, niyazda ve salât (Dua halinde) halindedirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder