10 Ekim 2010 Pazar

Öğrendim ki !

Öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, Yıkmak bir dakika.
Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil Kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil o durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle Her işin iki yüzü var.
Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
Öğrendim ki... Karşılık vermek düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun..
Öğrendim ki... 'Bittim' dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var. Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen Tepkilerin hayatını kontrol eder. Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlarmış.
Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor...
Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz bazıları hiç karşılık vermiyor. Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı.
Öğrendim ki... En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.
Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki... İki insan aynı şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
Öğrendim ki... Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Öğrendim ki... Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
Öğrendim ki... Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirir. Öğrendim ki... Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.
Öğrendim ki... Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Öğrendim ki... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır. Öğrendim ki... Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Öğrendim ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.
Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Öğrendim ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Öğrendim ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Öğrendim ki... Şartlar ve olaylar, Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Öğrendim ki... İki kişi münakaşa ediyorsa, Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Öğrendim ki... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

Kürt Açılımı

DOĞUM SANCISI (KÜRT AÇILIMI)
Tarih incelendiğinde görülecektir ki; toplumlar ve dünya, büyük ve karşı konulamaz bir döngü ve değişim dinamiğine sahiptir. Bu değişim ya da dönüşüm çağın gerektirdiği fikir, sermaye ve ihtiyaçların özelliklerine göre kendisine bir yön bulur. Bu dönüşüm önünde bulunan tüm toplumları bir kasırga gibi etkisine alır. Bu değişime direnmek için ellerinizi açıp karşısında siper almakla bunu durduramazsınız. Bu şekilde ancak kasırganın etkisini en şiddetli şekilde karşılamış olursunuz. Ben 1970 yılında doğdum. Yani 39 yaşındayım. Ancak bu yaşıma rağmen dünyadaki değişimleri şöyle bir yüzeysel olarak sıralasam bile bunun ne kadar doğru olduğunu görmekteyim. İran-Irak savaşının sonuçları (bunun Amerika ile Rusya’nın bir güç savaşı olduğunu biliyoruz). Kıbrıs sorunu. Berlin Duvarı’nın yıkılışı(Almanya’nın tekrar birleşmesi). Rusya’nın dağılması ve devamında kurulan devletler, dünyanın 2 kutuptan neredeyse tek kutba dönüşmesi. Ardından başka kutupların oluşması (Avrupa’nın bütünleşmesi, Çin gerçeği, Japonya, Hindistan, İsrail ve İran’ın bu kutuplara alternatif olmaya çalışmaları). Küreselleşme sonucunda savaşların artık şekil değiştirdiği, artan kitlesel terör olayları sonucunda İslam dininin tüm dünyada algılanışının değişmesi. Ekonomik kriz, teknoloji, bilim ve genetikteki ilerlemeler… Bütün bu gelişmeler yaşanırken içeride de çok şeyler değişti. Avrupa Birliğine girmeye çalışan Türkiye bu uğurda (bana göre mecburen) 89 yıldır konuşulmayanları konuşmaya başladı. Birçok tabunun yıkılmasına tanıklık ettik. Örneğin, askerlik kurumu tartışılmaya başlandı, artan şeriat ve irtica ile laiklik abluka altında, AKP hükümetinin ABD’nin ve diğer emperyal devletlerin desteği ile Türkiye’deki yükselişini ve yeşil sermayenin yardımı ile devletin tüm kademelerinde kadrolaşmasına şahitlik ettik. Yargı artık eskisi kadar rahat değil, yürütme organları aynı kıskaç altında. Yok sayılan Alevilerin ve diğer inanç gruplarının haklarının tartışılması. Ermeniler ile yakınlaşma ve Türkiye’nin geçmişini gözden geçirmeye zorlanması. Elbette ki en büyük azınlık olan Kürtlerin haklarının teslimi yönünde bugünlerde “açılım” adı altında konuşulanlar.
Sevgili canlar, tarihi incelediğimizde bize bazı ipuçları vermektedir. Bundan 35 yıl öncesinden başladığım anlatımımı siz alıp 100 yıl öncesine götürün ve dünyadaki siyasi haritaları inceleyin. Değişikliğin akıl almaz boyutta olduğuna şahit olacaksınız. Daha geriye gittiğinizde ise bugünle uzaktan yakından ilgisi olmayacağını görmek aşikârdır. Öyleyse bundan 100 yıl sonra dünya haritasını kim kestirebilir ki? Haritalar nasıl olursa olsun Dünya dönüyor ve yaşam devam ediyor. Bir dönem Amerikalılar, bir dönem Türkler, bir dönem Romalılar v.s. sonuçta toplumlar zaman zaman tek başına zaman zaman bir başka toplumla beraber kaderlerini birleştirebiliyor. Bu birleşime ya da ayrılığa taraflar hep büyük savaşlar sonucunda bir masa etrafına oturup karar verirler. Yani kan dökülmeden, bedel ödenmeden kimse size bağımsızlığınızı vermez. Tarih yine bize derki; eğer bir toplum bağımsızlığını istiyorsa bunun önüne tüm Dünya bir araya gelse engel olamaz! Tarih bu tip kahramanlık öyküleri ile doludur. Sonuçta kahramanları da beraberinde yaratır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında şekillenen siyasi coğrafyada Türkler ve Kürtler bundan 100 yıl önce ortak bir kaderi paylaştılar. Sonuçta birlikte verdikleri mücadeleden ortaya çıkan haritada aynı çizgiler içerisinde olmaya karar verdiler. O zamanlar konuşulan ve taraflar olarak birbirlerine verilen sözlerin büyük bir kısmından haberimiz var. Ancak aradan geçen yıllarda hükümetlerin Kürtleri neredeyse yok saydılar. İnkâr edecek derecede ilgisiz davrandılar. Yanlış politikalar yüzünden, Kürtlerin yaşadıkları bölgelere yatırım yapmadılar. İnsanların kişisel gelişimlerine ve sosyoekonomik düzeylerine katkı sağlamayarak yalnızlaştırma ve pasifize etme çabalarından dolayı 80’li yılların başından itibaren Kürtlerin seslerini yükseltmelerine ve haklarını hatırlatmalarına neden oldular. Elbette bunda emperyal devletlerin de birtakım çıkarlar uğruna (ki bu konuları daha sonra kendimce açıklamaya çalışacağım) desteklemeleri sonucunda Türkiye bir ayrım noktasına doğru sürüklenmiştir. İçinde bulunduğumuz bu dönemde Türkiye çok önemli bir virajdan dönmektedir. Bu noktada çok hassas dengelerden oluşmuş bir terazi var. Bugün yaşanan tüm tartışmalar ve açılım adı altında bize sunulanlar aslında bir zorunluluktan başka bir şey değildir. Sanmayalım ki Türkiye yıllardan sonra yok saydığı bu sorunları birdenbire kabul edip “hadi şu Kürtlerin hakkını teslim edelim” demektedir. Bunu söylemek bunca dökülen kana, verilen bedellere ve mücadeleye saygısızlıktan başka anlam taşımaz. Bugün bu noktaya gelinmiş ise bunun için mücadele veren herkesin hakkını teslim etme zamanıdır. Şimdi burada bir parantez açmak istiyorum. Onca dökülen kan sahiplerinin acılarını paylaştığımı belirtmek istiyorum. Çünkü eğer bugüne kadar TC hükümetleri gerekenleri yapmış olsaydı, 100 yıl önce aynı cephede birlikte ölenler bugün birbirlerine kurşun atmazlardı. Bunun vebali ve sorumluluğu bu politikaları yürütenlerindir. Bu noktadan sonra Kürtlere sunulacak olanları altın tepsi içindeymiş gibi kabullenmek olmamalı. Tam tersi bu hakların eksiksiz biçimde teslim edilmesi konusunda tutarlı olunmalıdır. Umuyorum ki, Kürt Halkı tarihte hak ettiği konumuna kavuşacaktır.
Gelin içinde bulunduğumuz bu panaromaya daha geniş açıdan bakalım. Bundan sonraki süreç nasıl gelişecektir? Bu süreçlerde ne gibi gelişmeler olacaktır? Gerek Türkler ve gerekse Kürtler bu gelişmelerden nasıl etkilenecektir? Türkiye’nin Emperyal devletlerle, yakın komşuları ve organik bağlarla bağlı olduğu devletlerle olan ilişkileri nasıl şekillenecektir? Bence asıl sorun buradadır!
TC artık bir takım kararlar vermek durumundadır. Öyle ki; bu noktadan sonra Kürtlere verilecek olan hakların nasıl şekilleneceği ve bunları Kürtlerin nasıl kabulleneceğidir? Güneydoğu halkı artık meselelere farklı bakmaktadır. Eskisinden daha duyarlı ve ne istediğini bilmektedir. Kendi yöneticilerini tayin etmek istiyor ve kendi sorunlarını çözmek istiyor. Diyarbakır için “güneydoğunun başkenti “ yakıştırması artık kabul görmüş durumda. Başbakanın Diyarbakır’a giremeyişi, DPT’nin PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmediği sürece görüşmeyeceğini söyleyip aradan 1 yıl geçmeden görüşmek zorunda olması. Bütün bunlar artık iplerin, TC hükümetlerinin elinde olmadığını bize göstermektedir. İşte burada ifade etmek istediğim şey aslında tam olarak budur. Yani Türkiye şu anda bir “doğum sancısı” çekmektedir! Bu doğumda asıl gizemli olan şey, doğacak olan çocuğun adı nedir?
Biz bu doğumdan sonra oluşacak olan tablo için tüm dünyanın kendince beklentileri olacağını kestirebilmeli ve emperyal devletlerinin oyunlarına alet olmamalıyız!
Burada oluşması muhtemel şu 2 tablo için yorum yapmak istiyorum.
I. Türkiye’nin tüm etnik azınlık ve inanç gruplarının sorunlarını çözmüş ve barış içerisinde federal devlet yapıya dönmesi.
II. Kürtlerin bağımsızlığını kabul etmesi ve Kürdistan’ın kurulmasına doğru yol açacak gelişmelere izin vermesi.
Doğrusunu isterseniz ben Türkiye’nin ikinci maddeye şu aşamada izin vereceğini sanmıyorum. Zaten Kürtlerin de bu yapılanmaya hazır olmadığı kanaatindeyim. Ancak birinci madde bence her iki halk için en uygun çözüm yolu olmasına karşılık, emperyal devletlerin böyle bir çözüme sıcak bakıyormuş gibi göründükleri halde asla buna izin vermeyeceklerdir. Çünkü böyle bir yapı; tüm sorunlarını çözmüş güçlü ve barış dolu bir Türkiye anlamına gelir ki bu kontrolü ve hükmetmesi imkânsız bir Türkiye demektir. Hangi emperyal devlet buna izin verecektir? Hiçbirisi! Daha ayrıntılı nedenlerimi bir sonraki yazımda yazmak istiyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Necati Çamyurdu
BÜYÜK BULUŞMA
Kardelen Dergisi’nde bu ikinci yazı aracılığı ile sizlerle tekrar buluşmak bana çok heyecan vermektedir. Çünkü aradan geçen sürede hayatın akıp gittiğine ve değişimin devam ettiğine tanık oluyoruz. Diyalektik düşüncenin babası sayılan Herakleitos’nin dediği gibi “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”.
Sevgili okurlar, bu yazımda sizlere geçen süre içerisinde gelişmekte olan bazı olayları ve bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu geçen süre içerisinde elbetteki hayat devam etti. Ancak bazılarımız içinse hayat sona erdi. Aramızdan bazı arkadaşlarımızı ebediyete uğurladık. Onlara Allah’tan rahmet dilerken, yakınlarına da başsağlığı ve Allah’tan sabır diliyorum. Doğduğumuza inanıyorsak öleceğimize de inanmalıyız. İki kapılı bir dünyada yaşıyoruz. Sonuçta hepimiz toprak olacağız. Öyleyse sağlığımızda da birbirimizin kıymetini bilmek dileğiyle, hepinize selamlar..
Biliyorsunuz bölgemizde Alevilerin tek sesi ve dayanaği olan derneğimiz “LABKB Lugano Alevi Bektaşi Kültür Birliği” uzunca bir süredir faaliyetlerine ara vermek zorunda kalmıştır. Ancak birtakım olaylar olduğunda derneğimizin kıymeti aklımıza geliyor. Hemen duygularımız kabarıyor ve biraraya gelip geleceğe dair planlar yapıyoruz. Yine öyle oldu. Yine canımız yandı ve acil ihtiyaçtan dernek söylemleri başladi. Ancak icraata gelindiğinde kimsenin kıpırdayacak bir gücü, mecali yok. Söylemler eylemlere dönüşmüyor. Bununla birlikte son 2 yıl içerisinde birkaç toplantı düzenlendi. Bu toplantılarda çok konular konuşuldu. Ancak elde yine somut birşey yok. İşte bu yüzden biz de düsündük ki; bu konuda acaba genç jenerasyon(nesil) ne düsünüyor? Acaba onların fikirleri nedir? Alevilik hakkında bir düşünceleri ya da istekleri var mıdır? Eğer varsa bunları hangi platformda harekete geçirebiliriz? İste bu sorular ışığında birincisi 28 Mart’ta, ikinsisi 11 Nisan’da iki toplantı gerçekleştirdik. İnşallah 2 Mayıs’ta üçüncü toplantımızı da gerçekleştirmiş olacağiz. Bu toplantılarımızda çok faydalı sohbetler ve ileriye dönük beklentiler dile getirildi. Gençler kendilerini özgürce ifade etme fırsatı yakaladı. Biz de bu vesile ile hem onları dinledik, hem de bir anket düzenleyerek onların Alevilik hakkındaki düşüncelerinin nabzını tutmaya çalıştık. Gördük ki gençler de değişmişler. Büyümüş ve meseleler üzerinde kafa yorar olmuşlar. Bu arada onlarda birbirlerini dinleme şansını bulmuş oldular. İki toplantı sonunda yaklaşık 50 kadar gençle birebir sorbet etme şansımız oldu. Bunların 45’ine anket sorularımız yönelttik. Artık, aşağı yukarı bu bölgede yaşayan gençlerimizin düşüncelerini biliyoruz. Bu sayıyı 70-80 civarına çıkartacağımıza inanıyorum. Şuan itibarı ile hepsiyle iletişim kuramadik. Umuyorum 2 Mayıs’ta bu sayıyı yakalayıp, daha sonra gençler ve büyüklerin beraber yapacakları bir toplantı düzenleyerek aradıgımız ortamı “BÜYÜK BULUŞMA” da yakalayacağız.
Ben, Aleviliğe gönülden bağlı tüm canların bu buluşmayı sabırsızlıkla beklediğini biliyorum. Hepimizin kafasında birtakım sorular var. Bu soruların kaynağı geçmişte yaşanmış olan tecrübelerimizin bizde bıraktığı umutsuzluk ve hayal kırıklıkları olduğunu biliyorum. Ancak sizden ricam bu gençlerin toplantilarini takip etmeniz ve onlara hertürlü desteği vermenizdir. İnanin sonuçta burada kazanan tüm toplumumuz olacaktır. Esasen ben bu destegi verecek olan büyük bir çoğunluk olduğunu biliyorum. Ancak halen kafasında soru işaretleri olanların da olduğunu biliyorum. Dolayısı ile bu çağrıyı tüm canlara yapıyorum. Sizlerin desteği olmadan bu gençlerin bir araya gelmesi yaşadığımız bu devirde ve topraklarda oldukça zor olacaktır. Hepinize katkılarınızdan ve sağduyunuzdan dolayı saygı ve sevgilerimi iletiyor ve aşağıdaki tabloları görüş ve takdirlerinize sunuyorum.
Bu toplantılarda biz gençlere bir anket aracılığı ile sorduk;
1. Alevilik nedir?
2. Dernek olsun ister misin?
3. Dernek olursa üye olur musun?
4. Nasıl bir dernek olmalı?
5. Derneğin kuruculari kimler olmalı?
Bu sorulardan aldığımız cevapları siz değerli Ticino’lulara açıklamak isterim. Açıklamak isterim ki sizin çocuklarınızın bu sorulara verdiği cevaplar ışığında “burada nasıl birliktelik sağlanabilir?” sorusuna sizlerde kendiniz cevap bulabilesiniz. Ayrıca ankete yerleştirmediğimiz halde gençlerin beklentileri ve talepleri de oldu. Örneğin, birçok genç arkadaşımız alevilik hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını. Bundan dolayı bazı ortamlarda kendilerini ifade edemediklerini söyleyerek eğitimin önemine vurgu yapmıştır. bunları dikkate aldığımızda, hepimize bir takım sorumluluklar düşmektedir.
Gençler “Alevilik nedir?” sorusuna böyle cevap vermişlerdir. %37,3 ‘u bir inanç(din) dir, %37,3 ‘u bir yaşam biçimidir ve %22,7 ‘si de Alevilik bir felsefedir demiştir. Bu tablo esasında Aleviliğin algınlanış biçimini en iyi şekilde ortaya koyan bir tablodur. Ayrıca bu ankete katılanlarin %46,7 si de ‘hepsi’ seçeneğini işaretlemişlerdir. Yani Aleviliğin esasında tam olarak inanç boyutunu, felsefi boyutunu ve sosyal yaşam boyutunun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini gösteren bir tablo olarak önümüzde boy göstermektedir. Dolayısı ile bireysel beklentilerimizin değil toplumsal beklentilerimiz karşılanması için çabalamamız gerekmektedir.

İkinci sorumuzda ise biz gençlere “dernek olsun ister misin?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap şöyle olmuştur. % 75,6’si evet olmalı, %20’si ise olabilir demiştir. Bu cevaplar tartışma götürmeksizin açık olduğu ortadadır ki; gençlerimiz de bir dernek ihtiyacı hissetmektedir.

Üçüncü sorumuz “üye olur musun?” idi. İşte sonuc: %80’i evet denilmiştir. Bu sorunun cevabında ise gençlerin bu derneğe olumlu katkılarını maddi ve manevi olarak hissettireceklerini göstermektedir. Elbetteki buradaki üyeliğin içinin doldurulması gerekmektedir. Gençler üye olmak istiyorlar çünkü, alınacak kararlarda ve dernek faaliyetlerinde aktif roller beklemektedirler. Bir başka deyişle; “artık büyüklerin bizlere güvenmelerini istiyoruz” diyorlar.

Dördüncü sorumuz olan “nasıl bir dernek olmalı?” sorusuna aldığımız cevap; %54,2 geniş çerçeveli, %33,3’u ise Alevilik on planda olmalı şeklinde gerçekleşmiştir.

Son sorumuzda ise “derneğin kurucuları kim olmalı?” sorusuna %73 oranında gençler ve büyükler birlikte olmalı cevabını vermişlerdir. Buradan gençlerin büyükleri ile beraber yürüme arzularını açıkça görebiliyoruz. Bu da onlarin anne-babalarının başarıları ile övündüklerini ve birlikte birşeyler yapma arzularını ifade etmektedir ki, bu hepimiz için bir gurur kaynaği olmalıdır. Ancak gençler özellikle derneğin yönetiminde kendilerinin aktif rol oynamasını istiyorlar. Yani biz bu işi başarabiliriz. Büyüklerimiz bize inanmalı ve desteklerini esirgememeli demektedirler.

Şimdi bu tablolara baktığımızda aslında gençlerin bu dernek konusunda ne kadar istekli olduklarını görebiliyoruz. Hatta kendileri ile yaptığımız toplantılarda ne kadar bilinçli ve sağlıklı düşündüklerini de gözlemleme fırsatını yakalamış olduk. Sevgili Ticino’lular bu tablolardaki değerleri isteyen arkadaşlara toplantılarımıza iştirak ettiğiniz taktirde bizzat her anketi anketörlerin isteği dahilinde görebilirsiniz? Hepinize saygılarmı sunuyorum.

Necati ÇAMYURDU